5 Ağustos 2013 Pazartesi

Ofkelenince Neden Bagiririz

Öfkelenince neden bağırırız?

Hintli bir ermiş öğrencileri ile gezinirken Ganj nehri kenarında birbirlerine öfke içinde bağıran bir aile görmüş. Öğrencilerine dönüp “insanlar neden birbirlerine öfke ile bağırırlar?” diye sormuş. Öğrencilerden biri “çünkü sükûnetimizi kaybederiz” deyince ermiş “ama öfkelendiğimiz insan yanı başımızdayken neden bağırırız? O kişiye söylemek istediklerimizi daha alçak bir ses tonu ile de aktarabilecekken niye bağırırız?” diye tekrar sormuş.

Öğrencilerden ses çıkmayınca anlatmaya başlamış: “İki insan birbirine öfkelendiği zaman, kalpleri birbirinden uzaklaşır. Bu uzak mesafeden birbirlerinin kalplerine seslerini duyurabilmek için bağırmak zorunda kalırlar. Ne kadar çok öfkelenirlerse, arada açılan mesafeyi kapatabilmek için o kadar çok bağırmaları gerekir.”

“Peki, iki insan birbirini sevdiğinde ne olur? Birbirlerine bağırmak yerine sakince konuşurlar, çünkü kalpleri birbirine yakındır, arada mesafe ya yoktur ya da çok azdır. Peki, iki insan birbirini daha da fazla severse ne olur? Artık konuşmazlar, sadece fısıldaşırlar çünkü kalpleri birbirlerine daha da yakınlaşmıştır. Artık bir süre sonra konuşmalarına bile gerek kalmaz, sadece birbirlerine bakmaları yeterli olur. İşte birbirini gerçek anlamda seven iki insanın yakınlığı böyle bir şeydir.”

Daha sonra ermiş öğrencilerine bakarak şöyle devam etmiş: “Bu nedenle tartıştığınız zaman kalplerinizin arasına mesafe girmesine izin vermeyin. Aranıza mesafe koyacak sözcüklerden uzak durun. Aksi takdirde mesafenin arttığı öyle bir gün gelir ki, geriye dönüp birbirinize yakınlaşacak yolu bulamayabilirsiniz.

OKUDUYSAN BEĞEN BAŞKALARI DA OKUSUN DİYE PAYLAŞ !
 —

Dut Agaci Ve Ask

Bir zamanlar birbirlerine aşık iki genç vardı. Kızın adı Tispe, delikanlının ki ise Piremus idi.



Bunlar yanyana evlerde otururlardı. Birlikte büyüdüler ve çocukluklarından beri birbirlerine karşı aşk beslerlerdi. Fakat aileleri görüşmelerini istemezler, birbirlerine uygun olmadıklarını düşünürlerdi. Oysa onlar birbirlerini ölesiye seviyorlardı.

İki evin arasında gizli bir çatlak vardı; aileleri bunu bilmez, onlar da geceleri burda buluşur, o aradan birbirlerine seslerini duyurur, aşklarını dile getirirlerdi. Bir gece ormandaki ağacın altında buluşmaya karar verdiler.

Tispe, ağaca Piremus'tan önce varmıştı.

Gittiğinde avını yeni yemiş ağzından kanlar akan kocaman bir aslanla karşı karşıya geldi. Korkarak bi mağaraya doğru koşmaya başladı. Farkında olmadan yolda boynundaki eşarbını düşürmüştü.

O sırada Piremus geldi gördükleri karşısında donup kalmıştı. Kocaman aslan ağzında kanlarla birlikte biricik sevgilisi Tispe nin eşarbını parçalıyordu.

O an aklına gelen ilk ve tek şey aslanın Tispe'yi öldürerek yediğiydi. Tispe'siz yaşayamazdı.

Aklından geçen sadece aşkı uğruna canına kıymaktı. Belinden hançerini çıkardı ve göğsüne sapladı. Kanlar içinde cansız bedeni yere düştü.

Tispe ise korkusunu bir kenara atıp bir an önce aşkını görmek için mağaradan çıkmaya karar vermişti. Ağacın altına geldiğinde o korkunç sahneyle yüzleşti. Piremus'un cansız vücudu yerdeydi ve elinde Tispe'nin düşürdüğü eşarbını tutuyordu. İlk önce genç kız olanlar karşısında ağlamaktan hiçbir şeyi anlayamamıştı. Ama eşarbı ve uzaklaşan aslanı görünce anladı.

Bir an mağarada düşündüğü o korkunç şey başına gelmişti. Ve onun öldüğünü düşünen Piremus aşkı uğruna canına kıymıştı. Tispe bir an bile düşünmeden hançeri aldı ve göğsüne götürdü. Onların aşkı ölesiye bir aşktı, ölüm bile onları ayıramazdı. Eğer Piremus aşkı uğruna ölümü göze aldıysa o da hiç çekinmeden canına kıyabilirdi ve hançeri sapladı. Birden vücudu Piremusun bendeninin üstüne yığıldı. O anda tanrılar bu yüce aşkı ölümsüzlestirmek istediler ve bu çiftin üstünde duran ağacı onların aşkına adadılar.

Piremusun kanını bu ağacın meyvelerine, Tispenin gözyaşlarını ise ağacın yapraklarına verdiler. O günden beri kara dut ağacının meyvesinin çıkmayan lekesini (Piremusun kan lekesini), dut ağacının yaprakları (Tispenin gözyaşları) temizler..

***

Dut ağacının meyvesinin lekesi çıkmaz; ama elinize ağacın yaprağını alır ovuşturursanız lekenin gittiğini göreceksiniz...


OKUDUYSAN BEĞEN BAŞKALARI DA OKUSUN DİYE PAYLAŞ !

Dort Hikaye Dort Ders Bir Soz

SAKIN OKUMADAN GEÇME !

1.Hikâye

Kavak Ağacı ile Kabak Ulu bir kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar ilerledikçe bitki kavak ağacına sarılarak yükselmeye başlamış. Yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş bir hızla büyümüş ve neredeyse kavak ağacı ile aynı boya gelmiş. Bir gün dayanamayıp sormuş kavağa:

-Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç?

-On yılda, demiş kavak.

-On yılda mı? Diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak.

-Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak!

-Doğru, demiş kavak.

Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgârları başladığında kabak üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış. Sormuş endişeyle kavağa:

-Neler oluyor bana ağaç?

-Ölüyorsun, demiş kavak.

-Niçin?

-Benim on yılda geldiğim yere, iki ayda gelmeye çalıştığın için.

1.Ders: Çalışmadan emek harcamadan gelinen nokta başarı sayılmaz.. Kolay kazanılan, kolay kaybedilir. Her işte alın teri ve emek şarttır.

2. Hikâye



En iyi Buğday Her yıl yapılan 'en iyi buğday' yarışmasını yine aynı çiftçi kazanmıştı. Çiftçiye bu işin sırrı soruldu. Çiftçi:

-Benim sırrımın cevabı, kendi buğday tohumlarımı komşularımla paylaşmakta yatıyor, dedi.

-Elinizdeki kaliteli tohumları rakiplerinizle mi paylaşıyorsunuz? Ama neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuyorsunuz? diye sorulduğunda,

-Neden olmasın, dedi çiftçi.

-Bilmediğiniz bir şey var; rüzgâr olgunlaşmakta olan buğdaydan poleni alır ve tarladan tarlaya taşır.
Bu nedenle, komşularımın kötü buğday yetiştirmesi demek, benim ürünümün kalitesinin de düşük olması demektir.

Eğer en iyi buğdayı yetiştirmek istiyorsam, komşularımın da iyi buğdaylar yetiştirmesine yardımcı olmam gerekiyor.

2. Ders: Sevgi ve paylaşmak en yakınınızdan başlar. Sonra yayılarak devam eder. Kin, cimrilik, nefret kimsenin hoşlanacağı davranışlar değildir.

3. Hikâye



Geleceğini biliyordum…

Savaşın en kanlı günlerinden biriydi. Asker, en iyi arkadaşının az ilerde kanlar içinde yere düştüğünü gördü.
İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar.

Tam siperden dışarı doğru bir hamle yapacağı sırada, başka bir arkadaşı onu omzundan tutarak tekrar içeri çekti,

-Delirdin mi sen? Gitmeye değer mi? Baksana delik deşik olmuş. Büyük bir ihtimalle ölmüştür.
Artık onun için yapabileceğin bir şey yok. Boşuna kendi hayatını tehlikeye atma.

Fakat asker onu dinlemedi ve kendisini siperden dışarıya attı. İnanılması güç bir mucize gerçekleşti, asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı.
Onu sırtına aldı ve koşa koşa geri döndü. Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Fakat cesur asker yaralı arkadaşını kurtaramamıştı. Siperdeki diğer arkadaşı;

-Sana değmez demiştim. Hayatını boşu boşuna tehlikeye attın.

-Değdi, dedi, gözleri dolarak, -değdi…

-Nasıl değdi? Bu adam ölmüş görmüyor musun?

-Yine de değdi. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı. Onun son sözlerini duymak, dünyalara bedeldi benim içim.
Ve hıçkırarak arkadaşının son sözlerini tekrarladı:

-Geleceğini biliyordum… Geleceğini biliyordum…

3. Ders: Güven vermek önemlidir. Güven duymak önemlidir. Duyulan güveni boşa çıkarmamak daha da önemlidir.

4. Hikâye


Denizli'de arastirma yapmak icin kamp kuran bir grup universite ogrencisi, kamp yakinina tuneyen bir Denizli horozunun sabahin erken saatlerinde yuksek sesle otmesinden cok rahatsiz olmuslar....

Sabahin korunde ortaya cikan horoz, once dikleniyor, sonra dakikalarca otuyormus...

Tabii ekipte ne uyku ne de huzur birakmiyormus. . .
Sonunda sabirlar tukenmis...

Susturmak icin baslamislar horozu kovalamaya.. . Horoz onde.. Gencler pesinde...

Mahalle arasina dalmislar... Kovalamacayi goren, fakat bir anlam veremeyen yasli dede, seslenmis:

- Hey, evlatlar!.. Bu zavalli horozu niye urkutuyorsunuz? ..
- Dede, sabahin korunde otmeye basliyor, kampi ayaga kaldiriyor. O yuzden basini kesecegiz!..

- Yaziktir evladim yapmayin!.. demis ihtiyar, birakin, ben onun sesini keserim, bir daha da rahatsiz etmez sizi...
Gencler bunun uzerine kovalamayi birakmislar.

Ertesi sabah, hafif 'gak - guk' sesleri disinda horozdan kayda deger hicbir ses cikmadigini gorunce de sasirip dedeye kosmuslar:

- Yahu dede, ne yaptin da bu horozun sesini kestin?..
Ihtiyar gulmus:

- Kicina zeytinyagi surdum. Horoz kabararak otmeye yeltendiginde, gerisi tutmuyor ki kuvvet alsin... Ancak 'gak - guk' edebiliyor.. .

Kissadan hisse:

Arkan saglamsa, istedigin kadar kabarir, diklenir, sozunu dinletirsin.
Arkan bir gevsemeye gorsun, ancak 'gak-guk' edersin....





'Her sabah Afrika'da bir ceylan uyanır. En hızlı aslandan daha hızlı koşması gerektiğini bilir, yoksa öldürülecektir.
Her sabah Afrika'da bir aslan uyanır. En hızlı ceylandan daha hızlı koşması gerektiğini bilir, yoksa aç kalacaktır.
Aslan veya ceylan olmanız fark etmez. Güneş doğduğunda koşmaya başlasanız iyi olur. Afrika Atasözü

Çok çalışmak, emek harcamak, güven vermek, sevmek ve paylaşmak hayatın anlamlı olmasını sağlar.

Her sabah uyandığımızda bir de böyle bakalım dünyaya. Unutmayın hayat uzun bir öyküye benzer.

Ancak öykünün uzun olması değil, iyi olması önemlidir.

OKUDUYSAN BEĞEN ,BAŞKALARI DA OKUSUN DİYE PAYLAŞ
 —

Dolmus Muhabbetleri

- Yolcu müsait bi yerde inmek ister ama dili sürçer:
- Şoför bey mübarek bi yerde inebilir miyim?
- Şu ilerdeki caminin önünde bırakayım teyze seni

...........................................................................................
Kadın:
- Kızım dur! Ben vereyim benim ki bozuk zaten...
Kızı:
- Aman ne olacak sanki nasılsa benimki de bozulacak, ben vereyim!
........................................................................................
Oğlum bu Eminönü'nden geçer mi?
- Yok teyze biz Taksim'e çıkıyoruz.
- Hah tamam oğlum siz gidin ben gelmeyeceğim.
.......................................................................................
Yolcu:
- Abi Heykel'e çıkıyo mu?
Şoför:
-Yok abi, yanından geçiyo.
........................................................................................
Arkadaki aksi teyze öndeki uzun saçlı delikanlıya seslenir:
- Kızım şurdan bir kişi uzatır mısın?
- Ben kız değilim!
- Amaaaan ne bileyim kız mısın dul musun, uzat işte.
........................................................................................
Eve gitmek üzere Bakırköy dolmuşu bekliyordum. Sigaramın kalmadığı
aklıma gelince önünde durduğum Tekel bayiine girecekken minibüs geldi.
Apar topar bindim. Şoföre parayı uzatıp,
- Bir Monte Carlo' dedim! Adam birkaç saniye yüzüme bakıp:
- Abi bu Bakırköy'e gider' diye cevap verdi! İşte o an benim ve
şoförün bittiği andı.
........................................................................................
- Mükemmel bir yerde inebilir miyim?
Yolcunun kafası karışık sanırım, kendisi de dolmuşdakilerle birlikte
güler söylediğine şoför kadını indirirken:
- Buyrun size layık değil ama!
........................................................................................
Yolcu müsait bi yerde inmek ister ama dili sürçer:
- Müsait bi yerde iner misiniz?
Şoför:
- Niye sen mi kullancan???
........................................................................................
Rumeli-Hisarüstü otobüsüyle Taksim'e doğru gidiyoruz. Adamın biri
Beşiktaş dolaylarında gayet aceleci bir tavırla:
- Kaptan orta kapıyı rica edebilir miyim?
Bizim şoför olaya hakim:
- Tabi abi ayıp ettin. Al götür senden kıymetli mi...
........................................................................................
İstanbul'dayiz... Dolmuşa bindik, dolmuş doldu,tam kalkıcak, elemanın
biri açtı kapıyı. İçerde tıkış tıkış oturmuşuz, önde 3 kişi arkada 4
... Eleman hala bir umut sordu:
- Kaptan, yer var mı?
Şoför de arkasını dönüp cevap verdi:
- Bilmiyorum, üst kata bi bak bakalım...
........................................................................................
Pek dolu olmamasına rağmen minibüs hareket etmek üzereydi. Tam o anda
kavga ettikleri her hallerinden belli olan iki arkadaş minibüse
bindi.Birbirlerinin yüzüne bile bakmıyorlardı. Çocuklardan biri şoföre
parayı uzattı:
- Abi bir öğrenci bir de hayvan alır mısın?

OKUDUYSAN BEĞEN BAŞKALARI DA OKUSUN DİYE PAYLAŞ !
 

Yali Cift

Yaşlı çift evliliklerinin kırkıncı yıl dönümünde paraya kıymışlar, Avusturalya''da tatil yapmaya karar vermişlerdi.

Uçağın penceresinden saatlerdir okyanusu seyrediyorlardı.
Sessizliği pilotun anonsu bozdu:

"Sayın yolcularımız! Korkarım size kötü bir haberim var. Motorlarımızdan biri sustu, diğeri de susmak üzere. Acil iniş yapmak zorundayız."

"Neyse ki altımızda haritada görülmeyen bir ada var ve sahiline inmeye çalışacağız."

"Bunu başarabilirsek tek sorunumuz bizi bulabilmeleri için dua etmek olacak."

Uçak minik adanın kumsalına başarılı bir iniş yaptı, kimsenin burnu kanamadı.

Uzun bir rahatlama sessizliğinden sonra adam karısının ellerini tuttu, gözlerine endişeyle baktı;

"Mona, bu ayki kredi kartı borcunu ödemiş miydin?"

"Hayır sevgilim, unutmuşum. Kızdın mı?"

Adam endişeyle yine sordu:

"Araba kredisinin taksitini ödemiş miydin?"

"Özür dilerim canım, onu da ödememiştim."

Yaşlı adam karısının ellerini bıraktı ve kırk yıldır yapmadığı şekilde ona sıkı sıkıya sarıldı.

"Aferin"

Karısı şaşkın, korkarak sordu. "İyi misin tatlım?"

"Hiç olmadığım kadar. Çünkü hiç kimse bulmasa da , bankacılar bizi kesin bulur!"

OKUDUYSAN ve BEĞENDİYSEN ,BAŞKALARI DA OKUSUN DİYE PAYLAŞIRMISIN?

Seven Sevdiğine Sevdiğini Söylesin!

Seven Sevdiğine Sevdiğini Söylesin!

Hoca mezarlıktaki işini bitirmek üzereydi .
O anda elli yıllık karısını kaybeden 78 yaşındaki adam :
" Onu ne kadar çok sevdim ." diyerek çığlık çığlığa ağlamaya başlamıştı .
Yaşlı adamın yaşlı sesi törenin asil sessizliğini bozmuştu .
Mezar başındaki diğer aile bireyleri ve dostlar şok olmuşlardı.
Yetişkin çocukları alı al moru mor babalarını yatıştırmaya çalıştılar :
"Tamam , baba . Seni anlıyoruz ."
Yaşlı adam gözlerini dikmiş kazılan mezara yavaş yavaş inen tabuta bakıyordu...
Daha sonra yaşlı adam hariç hepsi sırayla toprak attılar.
Yaşlı adam hala : "Onu ne kadar çok sevdim" diye sesli sesli konuşuyordu .
Kızı ve iki oğlu konuşmasını engellemek istediler ,
Ama o devam etti , "Onu sevmiştim !"

Kalabalık mezarlığı terk etmeye hazırlanırken , yaşlı adam gitmemekte direniyordu . Gözlerini mezara dikmiş bakıyordu . Hoca yaklaştı : "Kendinizi nasıl hissettiğinizi biliyorum , ama gitme zamanı geldi . Buradan ayrılmalı ve kendimizi hayatın akışına bırakmalıyız ." dedi . Yaşlı adam çaresizlik içinde bir kez daha "Onu ne kadar çok sevdim ."diyerek söylendi . "Beni anlamıyorsunuz ," dedi hocaya "ama ben bunu ona sadece bir kere söyleyebildim ."

Zil çalmadığı sürece zil değildir .

Şarkı söylenmediği sürece şarkı değildir .

Sevgi gönlümüzde tutsak olsun diye yaratılmamıştır .

Sevgi insanlara verdiğiniz sürece sevgidir.

OKUDUYSAN BEĞEN BAŞKALARI DA OKUSUN DİYE PAYLAŞ !

Cinliler Neden Sicak Su Icer

Çine gitmiş olanlar iyi bilir, Çinliler yanlarında sürekli bardak tipi termoslarda sıcak su, çay taşırlar. Kışın soğuk günlerde, hatta bunaltıcı yaz sıcaklarında bile hep sıcak su içerler. Çin restoranlarına gittiğinizde de masanıza ilk gelen bu hafif çayımsı sıcak su'dur.

Peki Çinliler neden sürekli sıcak su içer?

Vücudumuz için gerekli olan şeylerin %99'unu midemiz sayesinde alıyoruz. Yediklerimiz bizi fiziksel ve ruhsal olarak o kadar çok etkiliyor ki acı yememiz bizi daha agresif, tatlı yememiz ise bizi daha mutlu yapıyor. Hatta bu yüzden bilim adamları midemiz için 2.ci beynimiz diyorlar. Midemize en iyi gelen şey ise sıcak su.


Peki sıcak su bizim için neden iyi?

İşte binlerce yıldır bunun farkında olan Çinliler de her fırsatta sıcak su içiyor.

Midemiz vücudumuzun için bir nevi "fırın" işlevi görüyor. Midemiz yediklerimizi bakteri ve enzimlerle eritmek için ilk önce uygun ısıya getiriyor, yani tekrar ısıtıyor. Soğuk su içmek ise midemizin daha fazla enerji harcamasına neden oluyor. Ve yanında alınan diğer besinlerin sindirimini de zorlaştırıyor. Özellikle yağlar soğuk suda çok daha zor çözünüyor. Çinliler ise yemekten önce ve sonra sıcak su içerek midelerinin extra efor sarfetmesini engelliyor.

Çinliler soğuk içecekler içtiğiniz veya soğuk besinler yediğiniz zaman içsel organların daha fazla büzüldüğüne, mevcut problemleri daha da kötüleştirdiğine inanıyor. Yağlı bir tavayı soğuk suda yıkamaya çalışın. Yağlar donar ve yapışır. Ama aynı tavayı SICAK suda
yıkarsanız, yağı çözer ve uzaklaştırır. Bedenimiz yağları içerir.
Sıcak su sistemimizi temizler.

SICAK SUYUN Faydaları :
1 – Bedenin doğal serinletme sistemini çalıştırır. Bu kan dolaşımında artışa neden olur.
2 – ıç organları ve kaburga kafesinin etrafındaki kasları gevşetir,daha derin nefes almanızı sağlar.
3 - Mide asidi etkilerini rahatlatır ve asit reflu semptomlarını rahatlatır.
4 – Sulanmayı ve besinlerin emilimini artırarak sindirime yardımcı olur.
5 – Kabızlığı giderir.
6 – Kilo verme : yemeklerden yarım saat önce içilen sıcak su iştahı azaltır ve kilo vermeyi hızlandırır. Nefes tekniği ilebirleştirilirse, yağ yakmak için hiper – oksijenlenme sağlar.
7 – Soğuk algınlığı, gripin süresini kısaltır, zatürreyi önler.

NE KADAR ıÇMELı? NE KADAR SICAK OLMALI? NE KADAR SIK ıÇMELı
Günce 3 kez 1 fincan için, kahve sıcaklığında. Daha fazlası daha iyidir.

Denemeye ne dersiniz?

Sabah kalktığınızda siz de güne sıcak su içerek başlamayı deneyin ve vücudunuzun nasıl tepki verdiğini kendiniz deneyimleyin.


Eğer sıcak suyun tadı hoşunuza gitmiyorsa

İçine biraz zencefil, limon, portakal yada kivi dilimi katarak suyunuzu tadlandırabilirsiniz. Yada direkt Çin usülü yeşil çay içebilirsiniz. Afiyet olsun.


OKUDUYSAN ve BEĞENDİYSEN ,BAŞKALARI DA FAYDALANSIN DİYE PAYLAŞIRMISIN?

Altin Kurallar Mutaka Okuyun

ALTIN KURALLAR - MUTLAKA OKUYUN..

1-Ucuz araba kullan ama, alabileceğin en güzel evi al.

2-Her zaman ve her ortamda anlatabileceğin üç fıkra öğren.

3-Sevinçlerini sakın erteleme.

4-Eşini çok iyi seç. Çünkü bu seçim mutluluğunun veya bedbahtlığını %90’ını oluşturur.

5-Hergün 30 dakika yürüyüş yap.

6-Her yemekten sonra şükret.

7-Bir arkadaşına sırrını açıklamadan önce iki kere düşün.

8-Maaş çekini imzalayan kişileri asla eleştirme.

9-Kaybedecek şeyi olmayan insanlardan kork.

10-Gözünün önünde hep güzel şeyler bulundur.

11-Çocukların, gelenek sözcüğünü duyduklarında seni hatırlayacak şekilde yaşa.

12-Dinine ait kitabı tam anlamıyla okumak için kendine bir yıl süre tanı.

13-Biri seni kucakladığında ilk bırakan sen olma.

14-Hergün 6 bardak su içmeyi unutma..

15-seni seven insanları koru..

16-Zor da olsa ailenle tatil yapmak için her şeyi dene. Bu tatildeki anılar, hayatındaki en değerli anılardan biri olacak.

17-Kendine yapılmasını istemediğin hiçbirşeyi başkalarına yapma.

18-Başarıya, iç huzura kavuştuğun, sağlıklı olduğun ve sevildiğin zamanı değerlendir.

19-İyi ve başarılı bir evliliğin iki şeye bağlı olduğunu unutma:
a) Doğru insanı bulmak
b) Doğru insan olmak.

20-Ebeveynlerini, eşini ve çocuklarını eleştirmek istediğin zaman dilini ısır.

21-Evliliğini güzelleştirmek için hergün bir şeyler yap.

22-iyilik dolu bir sözü ve iyiliğin etkisini asla küçümseme.

SON SÖZ..
Hayatınızdaki kötü olayları düşünerek vakit kaybetmeyin; Yoksa güzellikleri görmekte gecikebilirsiniz . .


OKUDUYSAN BEĞEN BAŞKALARI DA OKUSUN DİYE PAYLAŞ 

Burclar Seviyormu

Burçlar Seviyor mu? 

KOÇ:
Seviyorsa :Koç: Girdiği her hayatta dönüm noktası olur
bir Koç. Elinin değdiği herşey güzelleşir, hayatının
değdiği her hayat anlamını bulur.
Sevmiyorsa :Koç: sevmiyorsa" seviyormuş gibi yapmaz
size içinden geleni yüzünüze açıkça söyler.

BOĞA:
Seviyorsa :
Boğa: Boğa aşık olduğu insanın yanından ayrıldığı an
özlemeye başlar, ondan uzaklaştıkça kafayı yer,
görme süresi uzadıkça çıldırır.
Sevmiyorsa :
Boğa: Sevmediği birine 404 yapıştırcıda sürseniz bağlanmaz.

İKİZLER:
Seviyorsa:
İkizler: Her insan Aşık olabilir ama her insan
İkizler kadar sevemez.
Sevmiyorsa :
İkizler: Zorla güzellik olmaz uza der elinin tersi ile iter.

YENGEÇ:
Seviyorsa :
Yengeç: Sevgilisi kendisinden başka neyle
ilgilenirse ilgilensin arıza çıkartır bir Yengeç.
En çok ve tek Yengeçle ilgileneceksin!
Sevmiyorsa :
Yengeç: Sevmedği birine asla 'seni seviyorum' demez.
Derse dahi yalandır, bilin ki: içinden geleni söylemiyordur.

ASLAN:
Seviyorsa :
Aslan: Hak etmeyen Aslanın hayat hikayesinde
figüran bile olamaz.
Sevmiyorsa :
Aslan: Aslan sevmiyorsa üstelemeyin,
elleri biraz ağırdır.

BAŞAK:
Seviyorsa :
Başak: Sadece Başağı sev, sadece Başağı özle,
sadece Başakla ilgilen, sadece Başağın gözlerine öyle bak,
sadece Başağı kıskan.
Sevmiyorsa :
Başak: Başak sevmiyorsa iki dünyayı bir araya getirsenizde boş. Oralı bile olmaz. Üstelerseniz kaşınız gözünüz yer değiştirir.

TERAZİ:
Seviyorsa :
Terazi: Bir Terazinin amacı sevgi uğruna ölmek değil,
uğrunda ölünecek sevgi bulmaktır.
Sevmiyorsa :
Terazi: Anlayışlıdır Terazi sevmiyorsa bile sert davranmaz,
tatlı dille olmaz der. Ama anlayana.

AKREP:
Seviyorsa :
Akrep: Birinden boşuna nefret etmez bir Akrep.
Mutlaka sırtından vurulmuştur.
Sevmiyorsa :
Akrep: 'Sevmiyorsa, hayatınız boyunca ondan
duyacağnız kelime 'HAYIR' Olacaktır.

YAY:
Seviyorsa :
Yay: : Herkes senin nasıl göründüğünü bilir ama
çok az yada hiç insan senin nasıl olduğunu hisseder.
Sevmiyorsa :
Yay: "Sevmiyorsa güzel dille söyler,
anlamayana elinin tersi ile cevap verir.

OĞLAK:
Seviyorsa :
Oğlak: Dünyaları versen istediği şeyden vazgeçmez
bir Oğlak elde edene kadar onun peşinden gider.
Bize de ona helal olsun demek düşer.
Sevmiyorsa :
Oğlak: "Sevmiyorum! Deme gereği bile duymaz oralı bile olmaz, fazla bekleme yapma yani.

KOVA:
Seviyorsa :
Kova: Kendini Kötü hisseden bir Kovaya kendini
iyi hissettirecek tek bir gülümseme var.
Sevmiyorsa :
Kova: "Sevmiyorsa, ufaktan uzayın derim, çünkü;
fikirleri pek değişmez, Olmazsa olmazları vardır.

BALIK:
Seviyorsa :
Balık: Balığın ne kadar özel biri olduğunu en iyi
Balık için özel biri olmayı becerebilmiş insanlar anlar.
Sevmiyorsa :
Balık: "Sevmiyorum. diyorsa gerçekten sevmiyordur.
Üstelemeyin çıldırır olay çıkarır başınıza iş alırsınız.

Arkadaşlarınızında okumasını istiyorsanız PAYLAŞALIM-♥

BEni Seven Boyle Sevsin

Kusurlarımı seviyorum.!
Darılınca suratımı asmayı,
Canım sıkıldığında sebepsizce bağırmayı,
Kıskançlık krizlerimi,
Olur olmaz yerde kahkahalar atmayı,
Normal olmamayı seviyorum.
Sadece canımın istediği şeyleri yapmayı,tembelliğimi..
Bazen düşünmediklerimi birden söylemeyi,
Bazen herşeyi yüzüme gözüme bulaştırmayı.
Öfkelerimi.
Kızınca küsmeyi.
Heyecanlarımı.
Benden iyi olduklarını düşündüklerimi ki, yok..
Yatakta tembellik yapmayı.
Gereksiz para harcamayı.
Bazıları haketmediği halde, sevmeyi.
İçimdeki çocuğu,
Beni seviyorum.
İyi ki varım.
İyi ki ben benim.
Ne mutlu!
Çok mükemmel değilim.
Ama benden bir tane daha yok!
Beni seven böyle sevsin!
Sevmeyene de zaten yol verdim, gitsin! 

Hedeflerimiz

Bazen, yaptıklarını yuhalayacaklar..
Kimilerine saçma sapan gelecektir, kimilerine anlamsız.. Kimileri ise seni dibe çekmeye çalışacaklardır, sözde senin iyiliğin için.. Bazıları ise eteklerine sakladıkları ve içi iftira ile doldurulmuş molotof kokteyllerini acımadan fırlatacaklardır üstüne.. "Biz bunu sana hiç yakıştıramadık" diyeceklerdir, giyindiğin değişim elbisesini görenler.. Yakıştıramayacaklar varlığını bu dünyaya..
Ama sen sabırlı ol..
Sükunetini koru..
Ve hatta gülümse hafiften..
Çünkü onlar seni bilmiyorlar.. Seni tanımıyorlar.. Neler yaşadıklarını ve neler yaşamak istediklerini tahayyül edemiyorlar.. Onlar, sadece kendi hayat tecrübelerine göre yargılıyorlar seni.. Sadece kendi yapabildiklerine ve yapamadıklarına göre değerlendirebiliyorlar ancak, seni yıpratmaya çalışanlar..
Ama sen "kendini" biliyorsun..
Geçmişte neler yaşadığını ve neleri yaşamak istediklerini.. Ve neler yapabileceğini biliyorsun.. O yüzden bazen, gözlerin kapalı, kulakların sağır ve hiç konuşmadan, sanki yokmuşsun gibi, o hayalet adımlarını kararlılıkla atmaya ve yapmak istediklerini yapmaya devam et..
Çünkü senin bir amacın var ve tekrarı yok bu filmin, biliyorsun..

OKUDUYSAN BEĞEN BAŞKALARI DA OKUSUN DİYE PAYLAŞ !

Okumayan Cok Sey Kaybeder

Emin olun ki okumayan çok şey kaybeder !

Bir gün sormuşlar ermişlerden birine:
'Sevginin sadece sözünü edenlerle,onu
yaşayanlar arasında ne fark vardır?'diye.

'Bakın göstereyim' demiş ermiş.

önce
sevgiyi dilden gönlüne indirememiş olanları
çağırarak onlara bir sofra hazırlamış.
Hepsi oturmuşlar yerlerine.
Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar.
Ermiş
'Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz' diye bir de şart koymuş.
'Peki' demişler ve içmeye teşebbüs etmişler.
Fakat o da ne?
Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına.
En sonunda bakmışlar beceremiyorlar,
öylece aç kalkmışlar sofradan.
Bunun üzerine '

Şimdi…' demiş ermiş.
'Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe.
' Yüzleri aydınlık,
gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa.
'Buyurun' deyince her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, karşısındaki kardeşine uzatarak içmişler çorbalarını.
Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan.

'İşte' demiş ermiş.

'Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse o aç kalacaktır.
Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz.

Şunu da unutmayın:
Hayat pazarında Alan değil, Veren kazançlıdır her zaman...

OKUDUYSAN BEĞEN BAŞKALARI DA OKUSUN DİYE PAYLAŞ !

Kavanoz Ve Kahve

Ne zaman hayatınızda bazı şeyler taşınamaz hale gelirse,
ne zaman 24 Saat kısa gelmeye başlarsa, o zaman mayonez kavanozu ve
2 Fincan Kahveyi hatırlayın!

Birgün bir felsefe profesörü, elinde bir kaç kutu olduğu halde derse gelir. Ders başladığı zaman hiç bir şey söylemeden, önüne büyük bir mayonez kavanozunu alır ve içini ağzına kadar tenis toplarıyla doldurur. Ve öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını sorar;

Öğrencilerin hepsi hemfikir olarak kavanozun dolduğunu söylerler, Bu sefer profesör önündeki kutulardan bir tanesinden çıkardığı çakıl taşlarını, çalkalayarak kavanoza döker, böylece çakıl taşları kayarak, tenis toplarının aralarındaki boşlukları doldurur ve profesör öğrencilere tekrar kavanozun dolup dolmadığını sorar,

onlar da 'evet' doldu diye cevap verirler, profesör bu defa Masanın üstündeki diğer kutuyu eline alarak içindeki kumu yavaşça kavanoza boşaltır. Tabii ki kumlar da çakıl taşlarının aralarındaki boşlukları doldururlar. Ve tekrar öğrencilere kavanozun dolup dolmadığını sorar, Öğrenciler de koro halinde 'evet' derler.

Bu sefer profesör masanın altında hazır bekleyen 2 fincan kahveyi alır ve kavanoza boşaltır, Kahve de kumların arasında kalan boşlukları doldurur. Öğrenciler gülerler!
Profesör öğrencilerin gülüşünü destekleyerek 'eveet' Diyerek;

Ben 'Bu kavanozun bizlerin hayatını simgelediğini ifade etmeye çalıştım' der.
Şöyle ki; Bu tenis topları hayatınızdaki önemli şeylerdir; aileniz, çocuklarınız, sıhhatiniz, arkadaşlarınız ve sizin için önemli olan şeylerdir.

Diğer şeyleri kaybetseniz de, bu önemli şeyler kalır ve hayatınızı doldurur.
O çakıl taşları ise daha az önemli olan diğer şeylerdir; işiniz, eviniz, arabanız vs.
Kum ise diğer ufak tefek şeylerdir.

'Şayet Kavanoza önce kum doldurursanız' diye, anlatmaya devam eder, 'çakıl taşlarına ve özellikle de tenis toplarına (yeterli) yer kalmaz.
Aynı şey hayatımız için de geçerlidir.

Vaktinizi ve enerjinizi ufak tefek şeylere harcar, israf ederseniz, önemli şeyler için vakit kalmayacaktır. . .

Dikkatinizi mutluluğunuz için önemli olan şeylere çevirin. Çocuklarınız ile oynayın. Sağlığınıza dikkat edin. Eşinizle, dostunuzla yemeğe çıkın. Evinizin ihtiyaçlarını karşılayın. Öncelikle tenis toplarını kavanoza yerleştirin. Öncelikleri, sıralamayı iyi bilin.
Gerisi hep kumdur.

Bu Ara Bir öğrenci sorar; 'Peki, O iki fincan kahve nedir?'

Profesör tebessümle: 'Hayatımız ne Kadar dolu olursa olsun, her zaman dostlarımız ve sevdiklerimizle bir fincan Kahve içecek kadar yer vardır!!!'

Her zaman ve her yerde sevgiyle kalın..

OKUDUYSANve BEĞENDİYSEN ,BAŞKALARI DA OKUSUN DİYE PAYLAŞIRMISIN?

Kopegin Sadakati

Mutlaka okunmalı...

1924 yılında tokyo üniversitesi’nde görev yapan japon profesör Hidesabura Ueno, kendine tren istasyonunda bulduğu küçük
bir köpek yavrusu edindi. Profesör Ueno köpeğine, Japoncada “sekiz tane” anlamına gelen Hachiko adını koydu.

Safkan akita cinsi beyaz bir erkek olan Hachiko, her sabah üniversiteye gitmek için evden metroya yürüyen sahibine eşlik
etti. Metronun dış kapısına kadar getirdiği sahibini uğurladıktan sonra da eve döndü. Çok geçmeden bir akşam üniversite
dönüşünde metronun çıkışında Hachiko’yu kendisini beklerken gördü profesör ve çok şaşırdı. Bu akıllı köpek sahibinin eve
dönüş saatlerini hesaplayarak ve aynı yolu kullanacağını düşünerek metronun önüne gitmişti.

Ondan sonraki bir yıl boyunca her sabah sahibini metroya kadar götürdü, her akşam iş çıkışında da metronun önünde
karşıladı. Saatini hiç şaşırmadı.

ama bir akşam profesör metrodan çıkmadı. Hachiko gözleri metronun kapısında, gece boyunca bekledi.

Bir sonraki akşam profesör yine yoktu. Üçüncü akşam metrodan yine çıkmadı.

Çünkü profesör üniversitede kalp krizi geçirip ölmüştü..

Hachiko her akşam sahibim metrodan çıkar diye inatla bekledi. Haftalar, aylar,yıllar boyunca her akşam tokyo metrosunun
Shibuya İstasyonunun kapısına gitti. Tam 10 yıl boyunca.

Hachiko 12 yaşındayken metronun kapısında öldü.



Bugün tokyo’ya gidenlerin Shibuya İstasyonunun kapısında karşılaştığı köpek heykeli Hachiko’dur.

Japonlar, sadakat ve insan hayvan ilişkisinin sembolü olarak ölümünden hemen sonra 10 yıl boyunca sahibini beklediği yere
Hachiko’nun heykelini diktiler.

OKUDUYSAN BEĞEN BAŞKALARI DA OKUSUN DİYE PAYLAŞ !

Bir Babadan Mektup



OĞLUM!...

"Bir babanın doğum gününde
oğluna mektubudur...Görülmüştür"

Sevgili oğlum
Bugün tam on yedi yaşındasın
Görüyorum ki artık
Her şeyin farkındasın
Ama ne zaman ararsam seni
Ya diskoda
Ya barda
Ya da televizyon karşısındasın

Haklısın oğlum
Devir artık bu devir
Sen de çemberini çağına göre çevir
Senin neyine
Resim roman şiir
Senin neyine
Sanat vesair
Ne diyor meşhur televizyon büyükleri
Vur patlasın çal oynasın
Devir artık bu devir

Nasılsa
Son düğmesi de koptu insanlığın
Vefa can çekişiyor arka sokaklarda
Umut mendil sallıyor giden trenlerin ardından
Onur, adres arıyor mezarlıklarda
Dostluklar çöp tenekelerinde sahipsiz
Ve anahtar teslimi aşklar satılık köşe başlarında
Hem de üç kuruş mutluluklara...

Ama sen de haklısın
Sana mı kaldı
Kurtarmak vatanı
Sana mı kaldı
Uyandırmak yatanı
Sana mı kaldı
Duvara yapıştırmak
Bu memleketi satanı
Anasını ağlatanı....

Gel gör ki oğlum
Senin de kurtuluşun yok bu gidişten
Ne etsen- ne yapsan
Bir düğün
Bir bayram
Bir lale devri
Hangi ekrana baksan
Kim kiminle evleniyor
Kim kiminle çıldırıyor
Kim kime daldan dala
Gelinim olur musun diyor

Kimisi sahte gelin
Kimisi zengin bir prens
Kimisi de insanlıktan bir yudum bir nefes
Bekliyor da bekliyor

Bak her gün ayrı bir kanalda
Bambaşka bir "ünlüler çiftliği"
Her kanalda şöhret olmanın dayanılmaz hafifliği
Ve işte böyle
Pazara dökülüyor bir bir
Herkesin yumak yumak ipliği
Yıllar var ki oğlum
Birileri işte
Bizi hep böyle gözetliyor...
Ve sen de görüyorsun ki
Bu sahneler
Bizi ne de güzel özetliyor

Kimin umurunda yarınlar
Kimin umurunda çocuklar
Kimin umurunda bu isyankar çığlıklar
Bir kavgadır
Bir yarıştır
Bir rezalettir gidiyor.
Kime sorsan
Cevaplar dünden hazır
Halk böyle istiyor oğlum
Halk böyle istiyor
Gel gör ki
Bir reyting uğruna
Ne "güneşler batıyor" oğlum
Ne güneşler batıyor....

Ahmet Selçuk İLKAN


OKUDUYSAN BEĞEN BAŞKARI DA OKUSUN DİYE PAYLAŞ !

Eskiden Daha Mutluyduk

Televizyon yoktu. Gazete de her zaman olmazdı.
Öyle güzel cahildik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç!
Dışarıda kar...
Ama kuzine içten içe öyle yanıyor ki.
Kuzinenin üzerinde demir maşa...
Maşanın üzerinde de ekmek dilimleri.
Aydınlık bir kış sabahı ve kızarmış ekmek kokusu...
Sucuk lükstü. Yumurta lezzetli.
Ekmek her zaman ekmek gibi...
Bir kez olsun kümesten yumurta almamış,
bir kez olsun o kızarmış ekmeğin kokusunu duymamış ve fakat alışveriş
merkezlerinin restoran katlarında boğucu bir gürültü ve havasızlık
içinde hamburger keyfine fit olmuş çocuklar ve gençler için ben ne kadar yaşlıyım...
Dışarıda kar...
İçeride kanaat...
İçeride huzur...
Televizyon yoktu. Gazete de her zaman olmazdı.
Öyle güzel cahildik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç!
Portakal kabuklarını sobanın üzerine dizer,
kokusuna râm olurduk.
Kestane közlemek büsbütün bir gecenin akıllara seza mutluluğuydu.
Sonra illa ki, büyüklerin anlattığı hikâyeler, hatıralar...
Birçoğu arızalı ve tedaviye muhtaç beyinlerden çıkma
dizilerin ve filmlerin açtığı hasarlar yerine,
geniş ve besleyici bir masal dünyası...
Lezzet bir tarafa, kokuya da hasret
kalacağımız kimin aklına gelirdi?
Ekmeklerimiz el değerek üretilirdi,
sağlıklıydı, lezzetliydi ve mis gibi kokardı.
Çay da kokardı... Domates de...
Bütün bu nefasete, küçücük bir bakkal dükkânının zenginliği yetiyordu.
Dışarıda kar...
İçeride huzur...
Zam endişesi, doğal gazın kesilme korkusu,
yolda kalma telaşı, rejim tehlikesi...
Kimin umurunda...
Ne güzel cahildik.
Mutluluğun resmini çiziyorduk...

OKUDUYSAN BEĞEN BAŞKALARI DA OKUSUN DİYE PAYLAŞ !
 

Aspirinin Zararlari

LÜTFEN HERKES OKUSUN VE PAYLAŞSIN ! 

Neden yatağınızın başucunda aspirin olsun?

Kalp krizleri hakkında:

Sol kol ağrısı dışında başka işaretleri de var kalp krizinin..

Yoğun ense ağrısı, kusma, terleme de daha seyrek ama
gözardı edilmemesi gereken belirtilerden.

Kalp krizinde göğüste illa ki ağrı olacak diye bir şey yok!!.

Uykularında kalp krizi geçiren çoğu (yaklaşık 60%) insan,
bir daha uyanamadı.

Yine de, yoğun göğüs ağrısı ile de uyanabilirsiniz.

Diyelim ki başınıza geldi, derhal ağzınıza iki aspirin atın
bir damla su ile yutun Sonra da:
Yakında oturan bir akraba ya da arkadaşınızı arayın.

- "kalp krizi!" deyin
- 2 aspirin aldığınızı da söyleyin .
- Mutfak ya da holden bir sandalye alıp giriş kapısına yakın bir yere oturun
ve, yardımın gelmesini bekleyin.

Sakın yere uzanmayın!!!~

Bir kalp cerrahına göre, eğer bu mesajın ulaştığı herkes,
en az 10 kişiye dağıtırsa, muhtemelen bir kişinin hayatı kurtulabilir.

Ben öyle yaptım!!


Sen de gönder, bir hayat kurtar!!!

Bir Cocuktan Seslenis

MUTLAKA OKUMANIZI TAVSİYE EDERİM !

1- Bana su getirtmeyin, bana da su getirmeyin. Aramızda hizmetçi yok, herkes kendi işini yapsın. Evde küçük yaşta iş gücü kullanmaya ve sevgi istismarına son.

2- Hata yapmama izin verin ki, gerçekten hataysa sonuçlarını görüp ders alayım. Hata değilse siz ders alın.

3- Her istediğimi bana almayın. Size karşılıksız kimse bir şey vermiyor. Her şeyin bir çalışma karşı elde edileceğini öğrenmeme izin verin. Sonuçlar, çalışmanın ürünüdür.

4- Benim özgürlüğüm sizin özgürlüğünüzdür. Bir yere gitmek istediğimde beni bırakın. Bana kaçta döneceğimi değil, ilkeler söyleyin. İyi insanlarla birlikte ol ve kendini koru gibi bir söz benim için saat kaçta döneceğimden daha anlamlı ve yararlı. Yoksa ben yapacağımı gündüz gözü de yaparım.

5- Okulun amacı öğrenmektir. Derslerden kaç aldığım değil, bir şey öğrenip öğrenmediğime bakın. Beni yarın yaşamda ayakta tutacak olan aldığım notlar değil, öğrendiklerim olacaktır.

6- Benimle ilgili fikirleriniz elbette var. Ama arada benim ne düşündüğümü, ne hissettiğimi sorun ve gerçekten dinleyin. Aramızdaki sorunların çoğu iletişimsizlikten kaynaklanıyor. Konuşmak kadar dinlemeyi de öğrenelim.

7- Ben dürüst olmak istiyorum, beni yalan söylemek zorunda bırakmayın. Size yalan söylemeye başlarsam, bazen bilmeniz gerekenleri de öğrenemeyeceksiniz.

8- Söylediklerinize karşı çıktığımda size değil, söylediklerinize karşı çıkıyorum. Sizde bana değil, söylediklerime karşı çıkın. Kelimeler incinmez, ama bizler inciniriz. Yani, “sen aptalsın” değil, “bu söylediğin fikir güzel değil,” diyelim birbirimize.

9- Toplum içinde gurur duyacağınız bir birey olmam, sizin bana bir birey gibi davranmanıza bağlı.

10- Sizden beklediğim şey tek başına sevgi değil, aynı zamanda saygı. Küçüklerime sevgi, büyüklerime saygı hikayesi, geçen yüzyılda kaldı. Benden saygı istiyorsanız, ben de sizden saygı istiyorum.

OKUDUYSAN ve BEĞENDİYSEN ,BAŞKALARI DA OKUSUN DİYE PAYLAŞIRMISIN?
 —

Her Civi Bir Iz Her Kavga Bir Yara Birakir

Kötü karakterli bir genç varmış. Bir gün babası ona çivilerle dolu bir torba vermiş. “Arkadaşlarınla tartışıp, kavga ettiğin her zaman bu tahtaya bir çivi çak”demiş.

Genç, ilk gün tahtaya 37 çivi çakmış. Sonraki haftalarda kendi kendini kontrol etmeye çalışmış ve geçen her gün daha az çivi çakmış.

Nihayet bir gün gelmiş ki hiç çivi çakmamış. Babasına gidip söylemiş. Babası onu yeniden tahtanın önüne götürmüş. Gence “Bugünden başlayarak tartışmayıp kavga etmediğin her gün için tahtadan bir çivi çıkar sök” demiş.

Günler geçmiş. Bir gün gelmiş ki her çivi çıkarılmış. Babası ona “Aferin iyi davrandın ama bu tahtaya dikkatli bak. Çok delik var. Artık geçmişteki gibi güzel olmayacak” demiş.

Arkadaşlarla tartışıp kavga edildiği zaman kötü
kelimeler söylenilir. Her kötü kelime bir yara (delik)
bırakır.Arkadaşına bin defa kendisini affettiğini
söyleyebilirsin ama bu delik aynen kalacak(kapanmayacak).

Bir arkadaş ender bir mücehver gibidir.
Seni güldürür yüreklendirir sen ihtiyaç duyduğunda
yardımcı olur seni dinler sana yüreğini açar" demiş.

OKUDUYSANve BEĞENDİYSEN ,BAŞKALARI DA OKUSUN DİYE PAYLAŞIRMISIN?

Kartallar Ve Insanlar

MUTLAKA OKUMALISIN !

Kartallar, kuş türleri içinde
en uzun yaşayanıdır. 70 yıla kadar yaşayan
kartallar vardır. Ancak bu yaşa ulaşmak için,
40 yaşındayken çok ciddi ve zor bir karar vermek
zorundadırlar. Kartalların yaşı 40′a vardığında
pençeleri sertleşir, esnekliğini yitirir ve bu
nedenle de beslenmesini sağladığı avlarını
kavrayıp tutamaz duruma gelir. Gagası uzar
ve göğüsüne doğru kıvrılır. Kanatları yaşlanır
ve ağırlaşır. Tüyleri kartlaşır ve kalınlaşır.
Artık kartalın uçması iyice zorlaşmıştır.
Dolayısıyla kartal burada iki seçimden
birini yapmak zorundadır;

Ya ölümü seçecektir.
Ya da yeniden doğuşun acılı ve zorlu
sürecini göğüsleyecektir.

Bu yeniden doğuş süreci, 150 gün kadar
sürecektir. Bu yönde karar verirse, kartal
bir dağın tepesine uçar ve orada bir kaya
duvarda, artık uçmasına gerek olmayan
bir yerde, yuvasında kalır. Bu uygun yeri
bulduktan sonra kartal gagasını sert bir
şekilde kayaya vurmaya başlar. En sonunda
kartalın gagası yerinden sökülür ve düşer.
Kartal bir süre yeni gagasının çıkmasını
bekler. Gagası çıktıktan sonra bu yeni
gaga ile pençelerini yerinden söker
çıkartır. Yeni penceleri çıkınca kartal
bu kez eski kartlaşmış tüylerini yolmaya
başlar. 5 ay sonra kartal, kendisine
20 yıl veya daha uzun süreli bir yaşam
bağışlayan meşhur “Yeniden Doğuş”
uçuşunu yapmaya hazır duruma gelir.

Kendi yaşamımızda sık sık bir yeniden
doğuş süreci yaşamak zorunda kalırız.
Zafer uçuşunu sürdürmek için, bize acı
veren eski alışkanlıklarımızdan ve
anılarımızdan kurtulmak zorundayız.
Ancak geçmişin gereksiz safrasından
kurtulduğumuzda, deneyimlerimizin yeniden
doğuşumuzun getireceği olağanüstü
sonuçlarından tam olarak yararlanabiliriz.

İnsanlar ile hayvanları ayıran en önemli
özelliklerden bir tanesi hayvanların
düşünmemekten kaynaklanan,
içgüdüsel olarak karar verebilmeleri
ve uygulayabilmeleridir. İnsanoğlu
düşündükçe karar vermekte zorluklar
yaşıyor ve kararsızlığı seçiyor.

Bazen kararlarımız acı da verse
her zaman “Yeniden Doğuş”u
müjdeleyebilir.

OKUDUYSAN BEĞEN BAŞKALARI DA OKUSUN DİYE PAYLAŞ !

Bir Bosanma Hikayesi

ÜŞENMEDEN OKUMANIZI TAVSİYE EDERİM !

Bir kadın anlatıyor:
Kocam bir mühendisti. Onunla sâkin tabiatını sevdiğim için evlenmiştim. Bu sâkin adamın göğsüne başımı koymak içimi nasıl da ısıtırdı

Gel gör ki iki yıl nişanlılık ve beş yıl evlilikten sonra bu sâkinlik beni yormaya başlamıştı. Eşimin -bir zamanlar çok sevdiğim- bu özelliği artık beni huzursuz ediyordu

Sonunda kararımı ona da açıkladım: Boşanmak istiyordum
Şaşkınlıktan gözleri açılarak ”niye?” diye sordu.
”Gerçekten belli bir sebebi yok” dedim, ”sadece yoruldum”
Bütün gece ağzını bıçak açmadı. Düşünüyordu. Bu hâli ise hayal kırıklığımı daha da artırmaktan başka bir işe yaramıyordu: işte, sıkıntısını dışarı vurmaktan bile aciz bir adamla evliydim. Ondan ne bekleyebilirdim ki!

Sonundasordu: ”seni caydırmak için ne yapabilirim?”
Demek ki söyledikleri doğruydu:
insanların mizacı asla değiştirilemiyordu. Son inanç kırıntılarım da
kaybolmuştu.
”İşte mesele tam da bu” dedim ”Sorunun cevabını kendin bulup
kalbimi ikna edebilirsen kararımdan vazgeçebilirim.”
”Diyelim dağın tepesinde
bir uçurum kenarında bir çiçek var. O çiçeği benim için koparmak, düşüp
vücudunun bütün kemiklerinin kırılmasına, hattâ ölümüne mâl”olacak. Bunu benim için yapar mısın?”
Yüzümü dikkatle inceledi ve ”Sana bunun cevabını yarın
vereceğim” dedi.
Bu cevapla son ümidim de yok olmuştu.

Ertesi sabah uyandığımda evde yoktu. Boş bir süt
şişesini mutfak masasının üzerine koymuş, altına da bir not
bırakmıştı.
”Hayatım” diye başlıyordu,
”O çiçeği senin için koparmazdım”
Kalbim yine kırılmıştı. Okumaya devam ettim.

”Çünkü her zaman yaptığın gibi
bilgisayarın altını üstüne getirip çökerttikten sonra monitörün önünde
ağladığında, onu tekrar düzeltebilmem için ellerime ihtiyacım
var.”

”Anahtarları her zaman evde unuttuğunu bildiğimden, senden
önce eve varabilmem üzere koşmam gerektiğinden bacaklarıma ihtiyacım
var.”

”Arabayı kullanmayı çok sevdiğin halde şehirde hep yolu
kaybettiğinden, yolu gösterebilmem için gözlerime ihtiyacım
var

”Evde oturmayı sevdiğinden, içe kapanıklığını dağıtmak, can
sıkıntını hafifletmek üzere sana şakalar yapabilmem, hikây eler anlatabilmem için
ağzıma ihtiyacım var.”

”Sabahtan akşama kadar bilgisayara bakmaktan
gözlerinin bozulması kaçınılmaz olduğundan, yaşlandığımızda tırnaklarını
kesebilmem, saçlarında -görülmesini istemediğin- beyaz telleri ayıklayabilmem,
merdivenlerden aşağı inerken elini tutabilmem, çiçeklerin renginin – gençliğinde
senin yüzünün rengi gibi olduğunu söyleyebilmem için gözlerime ihtiyacım
var.”

”Ama seni benden daha fazla seven biri varsa,
evet o uçuruma gidip, o çiçeği senin için koparırım bir
tanem.”

Baktım, mektuptaki yazının mürekkepleri yer yer
dağılıyordu.
Göz yaşlarım mektuba düşüyordu.
”Mektubu okuduysan ve kalbin
ikna olduysa lüften kapıyı aç canım. Çok sevdiğin susamlı ekmek ve taze sütlekapıda bekliyorum.”
Koşarak kapıyı açtım. Endişeli bir yüzle ve ellerinde
sıkıca tuttuğu susamlı ekmek ve sütle kapının önündeydi.
Artık çok iyibiliyordum: beni ondan daha çok kimse sevemezdi. O çiçe ği uçurumun kenarında bırakmaya karar verdim

Bu gerçek aşktı

İlk yıllardaki heyecanlar içinde görmeye alıştığımız aşkın, seneler sonra o heyecanlar kaybolup gittiğinde, huzur ve durgunluk içinde de hep var olmaya devam ettiğini göremeyebiliyoruz.

Oysa aşk hep vardır. Belki artık heyecansız, belki artık romantik değil Belki sıkıcı, tekdüze, hatta belki yüzsüz Ama hep oralarda bir yerdedir.

Çiçekler ve romantik dakikalar ilişkinin başlaması için elbette gereklidir. Bir zaman sonra bunlar gitse de gerçek aşkın sütunu ebedi kalır.

Hayat tam da böyle bir şeydir.


OKUDUYSAN BEĞEN BAŞKALARI DA OKUSUN DİYE PAYLAŞ !

Babalara Yalan Soylnmez

Bir baba kızına kitap okuma alışkanlığı kazandırabilmek
için ödül vermek istemiş ve:

"Kızım, eğer sana verdiğim şu kitabı bitirirsen
20 milyon lira vereceğim." demiş.

Bu teklif çocuğun çok hoşuna gitmiş ama
kitap okumayla da pek arası yokmuş.

O nedenle ;

"En iyisi ben bu kitabın özetini internetten araştırıp bulayım,
onu iyice ezberleyeyim, babam okudun mu diye sorunca da
o özeti anlatırım." diye düşünmüş.

Ve çocuk gitmiş, babasının okuması
için verdiği kitabın özetini bulmuş.

İki sayfalık bu özeti iyi bir şekilde öğrenmiş.

Tabi babası anlamasın diye bir hafta da beklemiş.
Bir hafta sonra "Babacığım ben kitabı okudum,
ödülümü verir misin?" diye sormuş.

Babası kızından kitapta geçen konuyu anlatmasını istemiş.
Genç kız güzel bir şekilde konuyu anlatmış.
Ardından tekrar ödülünü istemiş babasından.
Ama babası hiç beklemediği bir tepki vermiş ve kızına

"Sen bu kitabı okumamışsın, beni kandırıyorsun. Çünkü eğer okusaydın kitabın içine koyduğum 20 milyon lirayı bulurdun...!!!!

OKUDUYSAN BEĞEN BAŞKLARI DA OKUSUN DİYE PAYLAŞ !

Halil Ibrahim Bereketi

OKUMAYAN ÇOK ŞEY KAYBEDER ! MUTLAKA OKUYUN !

Vaktiyle Birbirini Çok Seven İki Kardeş Varmış.


Büyüğü Halil.

Küçüğü ise İbrahim...

Halil, evli çocuklu.

İbrahim ise bekârmış...

Ortak bir tarlaları varmış iki kardeşin...

Ne mahsul çıkarsa, iki pay ederlermiş.

Bununla geçinip giderlermiş...

Bir yıl, yine harman yapmışlar buğdayı.

İkiye ayırmışlar.

İş kalmış taşımaya.

Halil, bir teklif yapmış :

İbrahim kardeşim; Ben gidip çuvalları getireyim. Sen buğdayı bekle.

Peki, abi demiş İbrahim...

Ve Halil gitmiş çuval getirmeye... .

O gidince, düşünmüş İbrahim:

Abim evli, çocuklu. Daha çok buğday lazım onun evine

Böyle demiş ve

Kendi payından bir miktar atmış onunkine...

Az sonra Halil çıkagelmiş.

Haydi İbrahim. De miş, önce sen doldur da taşı ambara.

Peki abi.

İbrahim, kendi yığınından bir çuval doldurup düşer yola.

O gidince, Halil düşünür bu defa:

Der ki:

Çok şükür, ben evliyim, kurulu bir düzenim de var.

Ama kardeşim bekâr.

O daha çalışıp, para biriktirecek. Ev kurup evlenecek.

Böyle düşünerek,

Kendi payından atar onunkine birkaç kürek.

Velhasıl, biri gittiğinde, öbürü, kendi payından atar onunkine.

Bu, böyle sürüp gider.

Ama birbirlerinden habersizdirler.

Nihayet akşam olur.

Karanlık basar.

Görürler ki, bitmiyor buğdaylar.

Hatta azalmıyor bile.

Hak teala bu hali çok beğenir.

Buğdaylarına bir bereket verir, bir bereket verir ki...

Günlerce taşır iki kardeş, bitiremezler.

Şaşarlar bu işe...

Aksine çoğalır buğdayları.

Dolar taşar ambarları.

Bugün "Bereket" denilince, bu kardeşler akla gelir.
Bu bereketin adı: Halil İbrahim bereketidir .

OKUDUYSAN ve BEĞENDİYSEN BAŞKALARI DA OKUSUN DİYE PAYLAŞIR MISIN?